Kitap
şöyle başlıyor:
Yaşam
kalitesinin asıl belirleyicisinin kullandığımız şeylerin
daha pahalı olması ya da kültürel farklılıklar olduğunu
sananlar bana göre yanılıyorlar.
Yaşam
kalitesi diyince aklıma geliveren ilk şeyler, şimdi, artık
sadece yol kenarlarında açan kıpkırmızı gelinciklerle
sapsarı papatyalar oluyor.
Yaşasak
yaşasak kaç yıl yaşarız ki? 50 mi, 60 mı, 80 mi yoksa 90 mı?
İşte o kadar göreceğiz onları. Bir ömür boyu ya 50, ya 80
ya da 90 kere. Hepsi o kadar.
Öğrendim
artık. Can Yücel’in deyimi ile “sardunyalar gibi konuşkan”
olan kıpkırmızı gelincikler ve sapsarı papatyalarla sessiz
sessiz konuşabiliyorum.
Bir
şeyler var, duyuyor, anlıyor,
Orhan
Veli'nin dediği gibi, "anlatamıyorum."
Sadece
kısa bir denemedir benimkisi, anlatmayı.
Temel
düşüncem şu: İnsanın paradigması yaşam kalitesini olumlu
ya da olumsuz yönde etkiler.
Rastladığım
genişçe bir tanım şöyle idi: “Paradigma, bireyin iç ve dış
dünyasını (kendisini ve etrafını) yorumlama, algılama ve
bilme süreçleriyle ilgili tüm etkenlerin yarattığı örgütlü
ve dinamik düşünsel sistem, düzenektir.”
Bir
başkası paradigma’ya çok kısaca, “algı düzeneği”
diyordu.
Psikolog
Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu bir TV programında kavramın açıklamasını
çok daha pratiğe indirgeyerek, gözlüğünü çıkarıp
sunucuya göstermiş ve, “İşte bu” demişti. Nasıl bir gözlükle
bakıyoruz dünyaya?
Bir
arayol bulup paradigma’yı, insanın yaşamı (tabii ki, hem
kendisini hem de etrafını) yorumlama ve algılama biçimi diye
tanımlayalım.
Paradigma’ya
tam uyan Türkçe bir sözcük henüz oturtulamadı. Ben, “yaşamı
algılama biçimi” şeklinde kullanıyorum.
Benim
uzmanlık alanım iş yaşamı olduğum için kullandığım
zamanlarda da çoğunlukla, “yaşamı algılama biçimi”
yerine “iş yaşamını algılama biçimi” derim. Tabii ki,
sadece iş yaşamından konuşulmuyorsa sadece, “yaşamı”
demek lazım. Zaten ikisini birbirinden ayırmak ne mümkün!
Andre Gorz diye bir kişi şöyle demiş: “İnsanların kaçı
kimliğini işinden bağımsız olarak tanımlayabilir?”
Açıklamaya
çalışmak gerek çünkü zamanımızda çok sıklıkla kullanılmaya
başlanan yaşam kalitesi kavramı maalesef, evimizin metre
karesi, sahip olduğumuz otomobil, TV, telefon, beyaz eşya
adedi gibi ölçülerle ilgilenen yaşam standardı kavramı ile
karıştırılıyor. Lüks evlerin, lüks cihazların, lüks
arabaların ilanlarında, “yaşam kalitenizi arttırın” cümlesinin
kullanımı giderek artmaya başladı.
Yaşam
kalitesi bir ara da, maganda/zonta
ya da entel
olmak, Pavarotti
ya da İboretti
dinlemek, viskiyi
lahmacunla ya da havyarla
içmek, meyhaneye
ya da entel
bara takılmak ve giyip
çıkardığının markalarına bakmak gibi şeylerle
ilintilendiriliyordu.
Oysa
bence, yaşam kalitesi, yaşamı yorumlayış ve algılayışta
kendi tarzımızı (paradigmamızı) geliştirmek ve onunla şekillendirdiğimiz
bir yaşam felsefesi, dünya görüşü, değerler, hedefler,
ilkeler, inançlar, tutkular, duygular, yürek ve mantıkla yaşayabilmektir.
Yaşamı,
ona baktığımız gözlüklerden içeri aldıklarımızla
yorumlar ve algılarız. Bence yaşam kalitemiz bu yorum ve algılamaların
ürünüdür. Bu yorum ve algılamalar sonucunda kendi yaşam
felsefemizi, dünya görüşümüzü, değerlerimizi,
hedeflerimizi, ilkelerimizi, inançlarımızı, tutkularımızı,
duygularımızı, yüreğimizi ve mantığımızı şekilleriz.
Ve
onlar da iki şeyi belirlerler; iç huzurumuz ve davranışlarımız.
Basit bir terminoloji ile bunlara iç kalite veya içe dönük
kalite ve dış kalite veya dışa dönük kalite demek de mümkündür.
Ki,
bu ikisinin toplamı yaşam kalitemizi oluşturur.
Paradigmamız
ya da yaşamı algılama biçimimiz yaşam kalitemizi işte böyle
etkiler ve onun içindir ki, yaşamsal önemi vardır.
Ama
maalesef paradigmalarımız yaşamı çoğu zaman gerçekçi bir
şekilde algılatmıyor bize. Zaman zaman gerçeklere tam
odaklanamıyor, bazen tamamen başka şeylere odaklanıyor zaman
zaman da süzme ve yorumlama görevini tam olarak yapamıyor. O
zaman da yaşam kalitemiz olumsuz yönde etkileniyor. Sonuç:
Beklentilerin boşa çıkması, düş kırıklıkları, şaşkınlıklar,
dertler, sıkıntılar, üzüntüler, huzursuzluklar, hayata
olumsuz bakış, karamsarlık, kötümserlik, pesimistlik,
huzursuzluk, mutsuzluk.
Yani iç huzurumuzun,
içe dönük kalitemizin olumsuz etkilenmesi. Tabii ki,
bu iç huzursuzluk davranışlarımıza da yansıyor ve dışa dönük
kalitemizi de olumsuz yönde etkiliyor.
İşte
işin beni asıl ilgilendiren kısmı yaşam kalitesi üzerindeki
bu olumsuz etkilerdir. Olumsuz etkiler bize zarar vermekle
kalmayıp etrafımızdaki kıpkırmızı gelincikleri ve sapsarı
papatyaları görmemizi de engelliyor. İnsanları banka cüzdanlarının
kalınlığı ile değerlendiren materyalist Batı felsefesinin,
“yükselen değerler” namıyla bize empoze etmekte olduğu
gibi iç huzurumuzu ve davranışlarımızı sadece maddi
unsurlar mı belirler ki, maddi hırslarımız yanı başımızdaki
kıpkırmızı gelincikler ve sapsarı papatyaları görmemizi
engellesin?
Paradigmamızı
farkında olsak ve onu yönlendirebilsek yaşamı daha gerçekçi
bir şekilde yorumlayabilir, algılayabilir, açıklayabilir,
kavrayabilir dolayısı ile yaşam kalitemizi olumlu yönde
etkileyebiliriz.
Elinizdeki
kitabın amacı ve 239 sayfanın özeti budur. Amaca ulaşmayı
günlük yaşamımızdan örneklemeler yaparak gerçekleştirmeye
çalışacağım.
Bu
kitapta da iş yaşamı üzerine yoğunlaştığımız için kıpkırmızı
gelincik ve sapsarı papatyalar ön planda olmayacak. Ama
biliyorum ki, kendi bireysel çıkarımlarınız, onlara ulaşmanızı
engelleyen şeylerden bir çoğunu önünüzden kaldırıp atmanızı
sağlayacak.
Gelin,
paradigmamızın ince ayarları ile oynamaya hemen başlayalım.
Ve
de şöyle bitiyor:
Sizlere
iş yaşamında madalyonun görünen yüzü ile öteki yüzünü
hatta kenar yüzünü göstermeye çalıştım.
Düşünsel
gerçeklerle yaşanan gerçekler arasındaki farkları örneklemeye
açıklamaya çalıştım.
Yaşamı
algılayış biçimimizin, paradigmamızın onu yaşayışımızı,
yaşam kalitemizi nasıl etkilediğini anlatmaya çalıştım.
Bizi
mutsuz, huzursuz kılan, düş kırıklığına uğratan olayları,
sorunları irdelemeye, tereddütlerimiz, ikilemlerimiz hakkında
karar verip bıçak sırtından bıçağın doğru olduğuna
karar verdiğimiz tarafına geçmeye yardımcı olmaya çalıştım.
İç
huzurumuz ve davranışlarımızın toplamı demek olan yaşam
kalitesi konusunda fikirlerimi söylemeye çalıştım.
Yaşam
felsefemizi ve dünya görüşümüzü bir revizyondan geçirmemize
neden olmak istedim.
Toz
pembe bir dünya,
Ömür
boyu, koşulsuz, sınırsız mutluluk,
Sorunsuz
bir yaşamdan söz etmeksizin.
Çünkü
öyle bir dünya yok ve de var olmayacak.
İç
huzurunuza zerre kadar dahi katkım olduysa mutluluklar yaşayacağım.
Hani,
alevler içinde yanan İbrahim Peygamber’e, ağzındaki bir
damlacık suyu, ateşleri söndürmek için getiren minik kuş
misali ya da okyanusa deniz yıldızı atan genç adam misali
zerre kadar da olsa bir şeyler yapabilmiş addedeceğim
kendimi.
Bazılarına
da öbür minik kuş misali kuru bir dal parçası yolladım,
yanlış olduğunu varsaydığım şeyleri düzeltsinler diye.
Ali
Bulaç,
Binyıl Pazar’daki bir yazısında demiş ya: “Yaşadığımız
hayatı ve içinden geçmekte olduğumuz sosyo-politik süreci,
maddi-kültürel gelişmeleri öylesine sığ düzeylerde algılamaya
alışmış ve alıştırılmışız ki, anlam dünyamızda
neredeyse artık hiçbir şeyin sahici bir perspektifi, açıklanabilir
bir temeli kalmadı. Bireyin dünyayı anlamlandırması
kaçınılmazdır.”
Belki
de yaşam kalitesi hayatı anlamlı kılmaktır kendimize.
O
halde dünyamızı, yaşamımızı anlamlandırmak için;
Bir
yaşam felsefemiz olsun.
O, yaşamımızda
başarının rotasını çizmekte maddi amaçlardan çok daha
fazla işimize yarayacaktır. Sadece o da değil, yaşam
kalitemizin arttırılması çok daha olanaklı hale gelecektir.
Sorunlarımız
olsun.
Onlardan arta kalan zamanımızda, sorunsuz, mutlu anlarımızın
kıymetini bilelim. Dostoyevski
de, insanı acılarının olgunlaştırdığını
söylememiş mi?
Hayallerimiz
olsun.
Albert Einstein, “Hayalgücü bilgiden önemlidir.
Bilgi sınırlıyken, hayalgücü sınır tanımaz”
dememiş mi?
Rüzgara
yelken açacağımız zamanlarımız olsun.
Bir Türk atasözü de diyor ya: “Gezen tilki yatan
aslandan nasiplidir.”
İnançlarımız
olsun.
Yoksa dememiş mi Hz. Muhammed; “İnandığımız gibi
yaşamazsak yaşadığımız gibi inanmaya başlarız.”
Hatalarımız
olsun.
Dememiş mi Konfiçyus; “Elmas yontulmadan, insan yanılmadan
mükemmelleşemez.”
Olgunluğumuz
olsun.
“Tanrım değiştirebileceğim şeyler ile değiştiremeyeceğim
şeyleri ayırt etmek için akıl değiştiremeyeceğim şeyler
için sabır, değiştireceğim şeyler için güç ver”
dememiş mi bir bilge kişi.
İkilemlerimizi
aşma gücümüz olsun.
Değer mi, “keşke”lere,
değer mi, “eğer”lere?
Hayatı
çekilmez hale getiren kılı kırk yaran planlar yapmak,
hedefler saptamak yerine daha ilerisini görebileceğiniz yere
kadar ilerlemeyi de deneyebilelim.
Kaç
kez göreceğiz ki, o sapsarı papatyaların o kıpkırmızı
gelinciklerin açtığını? “Yarın”dan bu kadar korkmaya,
içinde bulunduğumuz anı yaşayamamaya değer mi? Carpe
Diem, “günü yakalamak” diyorlar bunun adına.
Aldanmayalım
başkalarına. Mutluluk, bir iç çekimi kadar kısa sürer.
Mutluluk
her anı sorgulamak değil, dönüp arkamıza baktığımızda,
“Mutlu bir hayat yaşayabildim” demektir.
İşte,
“yaşam kalitesi.” Bu kadar net, açık ve yalın.
Hoşnutlukla
içinizi çektiğiniz anların,
Mutlu
anlarınızın çoğalmasını diliyorum.
|